top of page

İstanbul Bizans Açık Hava Müzesi

        İstanbul, Kostantiniyye, Konstantinopolis, Nova Roma, Augusta Antonina, Byzantion... Yaklaşık 1600 yıl boyunca; Roma, Bizans, Latin ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış; Tevfik Fikret’in - sadece bu değil ya -  parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı (!), Petrus Gyllius'un ''insanoğlu yeryüzünde olduğu sürece kalacak'' diye andığı; büyük bir özenle, parsel parsel; saraylar, kuleler ve mabetlerle, hanlar, hamamlar ve sarnıçlarla, hipodrom, meydan ve abidelerle işlenmiş; sayısız detayla bezenmiş, 4.yüzyıldan 20.yüzyıla kadar dünyanın en önemli metropolleri arasında bulunmuş, kadim şehir.

        Doğu Roma’dan önceki 65 yılı saymazsak ve bırakırsak dışarıda Latin işgalinde geçen yıllarını, tam 1123 yıl Bizans’ın başkenti olmuştur İstanbul. 1123 yıl. Başkentlik mazisinin yaklaşık %70’ini teşkil eder. Ne var ki, bugün bu şehirde Bizans’ın tarihini, sanatını, günlük yaşamını ve işçiliğini anlatan tek bir müze dahi yoktur. Uzun yıllardır sebebini düşündükçe mantıklı tek bir cevap bulamadım. Ben ve benim gibi merak edip sebebini soranlara verilen cevapları okudukça da, konunun çok farklı yerlere çekilip bir çıkmaza dönüştüğünü gördüm.

        Hani herkes bir şeyler soruyor ya Chatgpt'ye şu sıralar; bir de ona sordum, 'İstanbul'da neden bir Bizans Müzesi yok?' diye. Web üzerinde kapsamlı bir tarama yaparak, insanlar bu konuda ne konuşmuş, şöyle bir toparlar ve bana sunar diye düşündüm. Bakınız ne cevap verdi kendisi:

 

        ''Bu oldukça önemli ve derin bir soru. İstanbul’da neden özel bir “Bizans Müzesi” olmadığı meselesi, birkaç tarihsel, siyasi ve kültürel katmana sahip:

 

  1. Tarihsel ve kimliksel gerilim: Osmanlı fethinden sonra Bizans mirası büyük ölçüde “fethedilen” bir geçmiş olarak konumlandırıldı. Cumhuriyet döneminde de Bizans, ulusal kimlik inşasında problemli görüldü; çünkü “Batı”ya ait bir geçmiş gibi algılandı.

  2. Eserlerin dağınıklığı: Bizans’a ait sayısız eser İstanbul’da olsa da tek bir çatı altında toplanmadı. Ayasofya ve Kariye, Bizans sanatının başyapıtlarıydı; müze statülerinden çıkarılıp cami yapıldılar. İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde Bizans parçaları var ama odakları farklı.

  3. Kültürel ve politik hassasiyetler: Bizans mirasının dini yönü (Ortodoksluk) siyasi olarak hassas kabul ediliyor. “Bizans Müzesi” fikri bazı kesimlerce ideolojik bir tehdit gibi algılanabiliyor.

  4. Yüzeysel turistik kullanım: Turizmde “Bizans” vurgusu var ama genellikle yüzeysel. Derinlikli bir küratörlük ve bütünlüklü bir anlatı yok.

        Sonuç olarak, teknik olarak bir Bizans Müzesi kurmaya engel bulunmamasına rağmen, tarihsel kimlik politikaları, dini hassasiyetler ve mevcut eserlerin dağınıklığı, İstanbul’da bu eksikliğin sürmesine yol açıyor. İstersen İstanbul'da bir Bizans Müzesi kurulması fikri üzerine kurmaca bir senaryo ya da proje dosyası da oluşturabiliriz.''

        Bu dijital yoldaş ile kurmaca bir senaryo ya da proje dosyası oluşturmak yerine , 'Bu şehir tabelasız bir açık hava müzesi zaten. E koca şehrin üstünü kapatıp kapısına da müze diye tabela koyamazlar ya' diye düşünerek,  kendime bir çalışma yapmanın çok daha iyi olacağına karar verdim. İstanbul’un Bizans Mirası'nı, ulaşabildiğim kadar kaynaktan derleyip rotalar oluşturmaya, adım adım gezip fotoğraflamaya, hikayelerini not edip bir harita oluşturmaya başladım. Yok muydu böyle çalışmalar; vardı tabii ki, alası vardı hatta. Ama kendime yaparsam, sadece bu mirası öğrenmekle kalmayacak; çok farklı araştırmalara doğru konu konuyu açacak, belki yeni insanlarla tanışılacak, kesinlikle anılar birikecek, farklı lezzetler tadılacak,  kısacası bu şehri her yönüyle katman katman görecek, anlayabilecek ve yaşayabilecektim.

        Ancak zordur İstanbul’da gezmek. Öyle liste yapıp da ilk seferde istenilen her yere girebilmek büyük bir kısmettir. Bazen kapısına kadar gidersiniz, bir bakmışsınız restorasyona girmiştir. Bazen namaz ya da ayin saati kaçar, kapanır kapılar. Kimi zaman da kapıda duran görevlilerin veya mekân sahiplerinin keyifsiz gününe denk gelirsiniz; kilometrelerce yolu boşuna yürümüş olursunuz. Kimi izin belgesi sorar, kimine de amacınızı dakikalarca anlatırsınız. Müzeye gidersiniz, o çok merak ettiğiniz eserin sergilendiği bölüm kapalıdır.

        Hal böyle olunca, bir mekâna defalarca gitmek ve şansınızı tekrar tekrar denemek gerekir. Her yeri görüp bitirip bir yazıya dökmek çok uzun zaman alır; belki de ömür yetmez. İşte bu yüzden, “İstanbul Bizans Açık Hava Müzesi” adını verdiğim bu çalışmayı, ortaya çıkan haritayla birlikte bir tur günlüğü şeklinde paylaşmaya karar verdim. Böylece hem bugünkü gezileri hem de ilerideki keşifleri kapsayan, zamanla genişleyen bir arşivin ve haritanın oluşacağını düşünüyorum.

        En baştan belirtmek isterim ki, aksini belirtmedikçe ‘İstanbul Bizans Açık Hava Müzesi’ haritasında işaretlenen her yere, yürüyerek gidilmiştir.

İlk Tur: Ayvansaray Caddesi – Balat, 08.05.2025

        8 Mayıs Perşembe, bir mesai bitiminde günlerin uzamasını fırsat bilerek, Şişli’den Balat’a; Osmanbey, Beyoğlu, Şişhane ve Atatürk Köprüsü’nden geçerek yürüdüm. Turuma bir başlangıç noktası belirlememiştim; bunun zaman alacağını düşünüyordum. Planımı üç yer görmek üzere yürüyüş esnasında belirledim: 

  • Atik Mustafa Paşa Camii / Agia Thekla Kilisesi

  • Sinan Paşa Medresesi / Hristos Evergetes Manastırı

  • Gül Camii / Agia Theodosia Kilisesi

Bu yerlere daha evvel çok kez gitmiştim, ama bu sefer yola tek bir amaç için çıkıyordum: İstanbul’un Bizans mirasını görmek ve kendimce kayıt altına almak.

İlk Tur: Ayvansaray Caddesi – Balat, 08.05.2025

Birinci Tur Haritası, 08.05.2025

Atik Mustafa Paşa Camii / Agia Thekla Kilisesi

         Yapılış tarihi tam olarak bilinmeyen bu Bizans döneminden kalma yapının bilinen birkaç ismi daha vardır:

Agios Petros & Markos Kilisesi, Kristos Pantepoptes Kilisesi.

 

         Kimi kaynaklarda Bizans İmparatoru I. Leon Flavius tarafından 458 yılında, Agios Petros & Markos Kilisesi, kimi kaynaklarda ise 9.yüzyılın ikinci yarısında Agia Thekla Kilisesi adı ile inşaa edildiği rivayet edilen yapının, 1059 yılında önemli bir yenilemeden geçtiği de belirtilmektedir. II.Bayezid döneminde camiiye çevrilen yapının içerisinde ayrıca sahabeden Hz.Cabir’in de türbesi mevcuttur. Ancak sandukanın sadece bir saygı makamı olarak da buraya yerleştirildiği rivayetler arasındadır.

 

         2025 yılının Mayıs ayında yaptığım ziyarette, dış cephede Agios Kosmas, Agios Damianos ve Mikail’in korunmaya alınmış fresklerini, yapının içinde yer alan ve kenardan bakılıp görülmesine engel olmadan kapatılmış  sütunlar üzerindeki haçları, halı altında kalan cam ile korumaya alınmış orijinal zeminin parçalarını görebildim.


18025915970692685.webp
18069039388947852.webp

Atik Mustafa Paşa / Agia Thekla Kilisesi Cephe Üzeri Freskler - 2mi3.com

Sinan Paşa Medresesi / Hristos Evergetes Manastırı

        Atik Mustafa Paşa Camii’ den ayrıldıktan sonra, Atatürk Köprüsü’ne doğru sahilden yaklaşık yirmi dakikalık yürüme mesafesinde olan bir başka Bizans mirasına, bir dönemin  Hristos Evergetes Manastırı olduğu söylenen Sinan Paşa Medresesi’ne yürüdüm. Bu mekanı alüminyum levhalarla çevrilmiş görmek beni üzmüş, ama en azından elde kalan bu şekilde korunduğu için sevindirmişti. Bugün medrese olarak bile viran halde olan yapının, yine de kemerli kısım ve apsisi görülebilmektedir.


18088636993618562.webp
18047951168133239.webp

Sinan Paşa Medresesi / Hristos Evergetes Manastırı Kalıntıları - 2mi3.com

       Sinan Paşa Medresesi’nin, Hristos Evergetes Manastırı’ndan devşirildiği hala netlik kazanmamıştır. Bu ismin üzerinde daha çok son yıllarda durulmaktadır.  Buranın,  Iuliana Kilisesi, Petrion Manastırı, Theodosia Kilisesi(?) olabileceği de ara ara gündeme gelmiştir. Dolayısıyla yapım yılı hakkında da net bir bilgimiz yoktur. Eğer Hristos Evergetes diyeceksek, ilk olarak  X-XI. yüzyıllarda inşa edildiği söylenebilir. Bilinen gerçek şudur ki, burası XVI. yüzyılda Sadrazam Rüstem Paşa’nın kardeşi Sinan Paşa tarafından camiye dönüştürülmüştür. Ancak 1877 yılında çizilmiş gravüre bakılacak olursa, bu tarihten evvel de kullanılamaz hale gelmiştir.

Sinan Paşa Medresesi, Paspates Gravürü

Gül Camii / Agia Theodosia Kilisesi

       İlk turumun son durağı,  Sinan Paşa Mescidi’ne iki dakika yürüme mesafesinde bulunan, önemli ve ihtişamlı bir Bizans mirası olan Gül Camii’ydi. Agia Theodosia Kilisesi adıyla, İstanbul’un fethine kadar hizmet vermişti bu yapı. Hakkında o kadar fazla rivayet mevcuttur ki, duyunca buraya asla tek bir ziyaret yetmez, her Balat’a geldiğinizde uğramak isterseniz.

 

       Camii olmadan evvel, Agia Theodosia Kilisesi olarak faaliyet göstermiş dedim ancak araştırmacıların bir kısmı der ki ondan da evvel ‘Agia Euphemia en to Petrio Kilisesi’ imiş burası. İlk olarak  X-XI. yüzyıllarda inşa edildiği düşünülen yapının,  Theodosia’nın azize ilan edilmesi ve kutsal kalıntılarının buraya getirilmesiyle ismi de değişmiştir.

18057336554248920.webp
Agia Theodosia
17864064021394905.webp

Gül Camii / Agia Theodosia Kilisesi - Agia Theodosia - Yapının İç Kısmı

        Bu yapıya adını veren Azize Theodosia’nın hikâyesi oldukça ilgi çekicidir. İstanbul doğumlu bir rahibe olan Theodosia, 19 Ocak 729’da ikonoklazm hareketi sırasında, Büyük Saray’ın ana tören kapısı olan Chalke üzerinde yer alan ve ünü günümüze kadar ulaşan İsa ikonasını indirmeye çalışan bir memurun merdivenini sallayarak düşmesine ve ölümüne sebep olmuştur. Bununla da kalmayıp dönemin ikonoklazm yanlısı patriğini taşlamıştır. Bu olayların ardından Theodosia, Forum Bovis’te idam edilerek hayatını kaybetmiştir. İkonoklazm döneminin sona ermesiyle birlikte ise azize ilan edilmiştir. Anma günü 29 Mayıs’tır. Bu tarih özellikle dikkat çekicidir, çünkü caminin ismine dair rivayetlerden biri tam burada devreye girer: 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethiyle şehre giren Osmanlı ahali, bu kiliseyi güllerle süslenmiş halde bulmuşlar ve bu vesileyle, kiliseden çevrilen camiye “Gül Camii” adını vermişlerdir. Bir başka rivayet ise, burada yaşayan Gül Baba isminde bir zatın anısına bu ismin verildiği yönündedir.

Ekran Resmi 2025-09-23 14.05.19.png

Gül Camii / Agia Theodosia Kilisesi Planı

        Başta da dedim ya, Gül Camii hakkında çok fazla rivayet mevcuttur diye. Bu rivayetlerden biri de kubbeyi tutan sütunun içine oyulmuş küçük odayla ilgilidir. Mihrabın sağ tarafındaki bu sütunun içerisinde bulunan bu odada bir mezar olduğu doğrudur. Ancak kime ait olduğu belli değildir. Bir kısım Gül Baba’nın mezarı derken, bir kısım mezarın yönünün farklı olduğu gerekçesiyle bunun bir Hristiyan’a ait olduğunu söyler. Açıkçası ben görmedim ama bazı kaynaklarda, kapısında "Merkadi havariyun eshabi İsa aleyhissalam" (burada İsa’nın havarilerinden biri yatıyor) yazdığı da belirtilmektedir. Bir başka rivayet ise son Bizans İmparatoru XI. Konstantinos olduğunu söylemektedir. Yine bambaşka kaynaklarda, burada sadece bir değil iki mezar olduğu da belirtilmektedir. ‘Kalimera Fener Şalom Balat’ isimli kitapta ise yazar, eskiden camiinin hademelerinin kefenleri açıp ziyaretçilere burada yatan kişinin bozulmamış yüzünü gösterdiğini, kendisinin de burada yatanın bir Hristiyan büyüğü olduğunu düşündüğünü belirtmiştir. Paylaştığım mezar fotoğrafı, farklı kaynaklardan temin edilmiştir. Günün birinde kendi gözlerimle görebilmek dileğiyle. 

fatihte-bin-yildan-uzun-bir-sure-once-kilise-olara-1634539522064.jpg

Gül Camii / Agia Theodosia Kilisesi İçerisinde Bulunan Mezar

        Bugün Gül Camii her tarafıyla ziyarete açık olsa muhtemelen İstanbul’un en önemli tarihi ve turistik noktalarından biri olurdu. Ve yine öyle olsaydı, turumuzun bir durağı yerine başlı başına turun kendisi olurdu. Buraya çok kez geldim, her geldiğimde farklı detaylar gördüm. Umarım günün birinde çok daha kapsamlı gezme imkanım olur.

 

        8 Mayıs 2025 Perşembe günü akşamı turumu bitirdikten sonra Balat’tan yolu uzata uzata geri yürüdüm. Bir çok önemli noktanın önünden geçtim ama hava karardığı için turuma dahil etmedim. Bir sonraki turlar için sadece defterime not ettim. Üzerimde bir heyecanla eve vardığımda, telefonumdaki uygulama 31.800 adım attığımı söylüyordu.

İkinci Tur: Zeyrek ve Çevresi – Fatih, 03.06.2025

        İlk turumun üzerinden epey zaman geçmiş ve içimi bir özlem sarmıştı. Yaptığım araştırmalar ile haritamın üzerinde işaretlediğim yerlere, her ne kadar daha evvel çok kez gitmiş olsam da bir an evvel tekrar gitmek istiyordum. Yine bir mesai bitiminde, Şişli’den yürümeye başladım. Bu sefer gideceğim yerleri gün içerisinde belirlemiştim. Biraz daha ufak bir bölgede, yapıların birbirine daha yakın olduğu bir alan içerisinde, Zeyrek'te kalacak ve hava kararana kadar burada belirlediğim dört noktayı ziyaret edecektim.

        Günümüzde sadece neredeyse bacak boyunda bir duvarı kalmış bir mescid / kilise kalıntısına, restorasyonu nedense bir türlü bitmeyen, I.Aleksios döneminden kalma, günümüzde camii olan bir manastıra, İstanbul'da Ayasofya'dan sonra ayakta kalmış en büyük Bizans yapısına ve duyunca görmek için heyecanlandığım mescid olarak kullanılan bir pagan mezarına uğramak üzere, Osmanbey, Elmadağ, Beyoğlu Şişhane, Atatürk Köprüsü üzerinden Zeyrek’e yürüdüm. 

  • Kandili Güzel Mescidi / İşaya Kilisesi

  • Eski İmaret Camii / Pantepoptes Manastırı

  • Molla Zeyrek Camii / Hristos Pantokrator Kilisesi

  • Şeyh Süleyman Mescidi / Pantokrator Kütüphanesi veya Bir Pagan Mezarı

Ekran Resmi 2025-09-21 17.54.49.png

İkinci Tur Haritası, Zeyrek ve Çevresi - 03.06.2025

Kandili Güzel Mescidi / İşaya Kilisesi

        Yavuz Sultan Selim Mahallesi sınırları içerisinde, Müftü Hamamı, Kara Sarıklı ve Şehla sokakları kesişiminde kalmış tarihi kalıntılar, çoğu zaman buradan geçenlerin dikkatini çekmez. Hatta bana kalırsa, buradan pek gezgin de geçmez. Yine de yolu buradan geçenlere sözüm yok; onlar bu istisnanın güzel örnekleridir.

18053700458072669.webp

Kandili Güzel Mescidi / İşaya Kilisesi Kalıntıları - 2mi3.com

        Bu kalıntıları fark edenler, çok az bir araştırma ile buranın Kandili Güzel Mescidi olduğunu öğrenecektir. Ancak öyle iddialar vardır ki, burası da aslında devşirme bir yapıdır. İstanbul araştırmaları neticesinde ortaya çıkmış haritalara göre, burası vaktinde Aziz Isaiah’a adanmış bir kilisedir. Yapının tarihi ile ilgili bilgileri, kıymetli rehberlerin videolarından öğrenebildim. 6.yüzyıldan kalmış olabileceği düşünülmektedir. Sonradan mescide çevrilen bu yapı, 1920ler’de atıl kalmış ve 1930’larda büyük bir kısmı kaybetmiştir. 03.06.2025 tarihinde buranın hala restorasyonda olduğu görülmektedir.

Eski İmaret Camii / Hristos Pantepoptes Manastırı

        Kandili Güzel Mescidi’nden, Atatürk Bulvarı’na doğru sokaklar arasından yürümeye devam ettim. Molla Zeyrek Camii’ne gelmeden önce, yıllarca merak ettiğim ve çok uğramak istediğim bir yapı vardı listemde. Eski İmaret Camii, ya da ilk adıyla Hristos Pantepoptes Manastırı. Ancak çok uzun zaman restorasyon halindeydi burası. 2015 yılında başlamış, 2019’da açılacak diye hedeflenirken, ben gittiğimde restorasyon hala sürüyordu. Eski İmaret Camii’ne giremediğim için biraz canım sıkılmıştı açıkçası. Çünkü bu turumu, bu durak ile taçlandırmak istiyordum.

        Eski İmaret Camii, ya da ilk adı Hristos Pantepoptes Manastırı, Komnenos Hanedanı kurucusu I.Aleksios döneminde, annesi Anna Komnena tarafından 1080’li yıllarda inşaa edilmiştir. ‘Her şeyi gören İsa’ adına inşaa edilmiş bu kilisede Anna Komnena, faal olduğu yılların ardından burada bir odaya çekilerek ömrünün sonuna kadar burada kalmıştır. Kaynaklardan bu manastırın ayrıca bir hapis gibi kullanıldığı da görülmektedir. Patrik Theodosios, Andronikos Lapardas bu manastırın tutsakları olmuştur.

17933242203027833.webp

Eski İmaret Camii / Hristos Pantepoptes Manastırı - 2mi3.com

        Latin işgali yıllarında bir Katolik manastırına dönüşen yapı, 1261’de tekrar eski haline dönmüş ancak 1453 sonrası Fatih Külliyesi yapılıncaya kadar imaret ve medreseye dönüştürülmüş, kilise de bu medresenin mescidi olmuştur.

 

        Eski İmaret Camii / Pantepoptes Manastırı hakkında şimdilik burada duralım. Çünkü görünen o ki, tadilat biter bitmez buraya mutlaka tekrar geleceğim.

Molla Zeyrek Camii / Hristos Pantokrator Kilisesi

        Eski İmaret Camii’nin yanından restorasyonu nedeniyle üzülerek ayrıldım ve sık sık ziyaret ettiğim bir başka önemli yapıya, Zeyrek Camii’ne doğru yürüdüm. Bir dönem Pantrokrator Manastırı adıyla faaliyet göstermiş olan Molla Zeyrek Camii’nin, Ayasofya’dan sonra İstanbul’da ayakta kalmış en büyük Bizans dini yapısı olduğunu belirtmek gerekir.

        Pantokrator Manastırı, MS 1118–1136 yılları arasında İmparator II. Ioannes Komnenos’un eşi Eirene tarafından, mimar Nikeforos’a yaptırılmıştır. Yapıyı oluşturan kiliseler, Hz.İsa’ya ‘Hristos Pantrokrator’, Meryem Ana’ya ‘Theotokos Elaiusa’ ve Başmelek Mikail’e ‘Arhangelos Mikhail’ isimleriyle adanmıştır.

        Yapının çok büyük olması anlaşılabilir; zira iki büyük kilise ve bir şapelin birleşimi ile oluşturulmuş, bünyesinde devasa bir sarnıç, kütüphane, hastane ve yaşlı evi bulunduran geniş bir kompleks burası. Farklı kaynaklarda tıp mektebi, eczane ve ayazma bölümlerinin de olduğu vurgulanmaktadır. Yine bu kompleks içerisinde, günümüze ulaşamamış olsa da, Komnenos ve Palaiologos hanedanlarının ileri gelenlerinin gömülü olduğu bilinmektedir.

17907195210156417.webp

Molla Zeyrek Camii / Hristos Pantrokrator Manastırı - 2mi3.com

        Latin işgali döneminde Venedikli Katolik din adamları tarafından kullanılan bu yapı içerisinde muhafaza edilen rölikler, önemli kilise eşyaları Avrupa’nın farklı şehirlerine gönderilmiştir. Latin işgalinin sona ermesiyle birlikte manastır, eski gösterişli günleri kadar olmasa da tekrar faaliyete girmiştir. İstanbul’un fethiyle birlikte medreseye çevrilerek İstanbul'daki Osmanlı'ya ait ilk eğitim kurumu olarak faaliyet göstermiştir. Medresenin ilk müderrislerinden Molla Zeyrek Efendi ile birlikte yapı bugünki ismini almıştır.

        Gelelim Molla Zeyrek Camii’nin, eski adıyla Pantrokrator Manastırı’nın detaylarına, efsanelerine… Neredeyse bin yıllık bu yapının tüm inceliklerini tek bir ziyarette kavramak mümkün değildir. Yüzyıllardır kentin yüksek bir noktasından değişimlere tanıklık eden bu yapı, elbette sayısız efsaneyi de bünyesinde taşır. Sizinle paylaşacağım detaylar ve efsaneler, daha önceki ziyaretlerimde tuttuğum notların, bu son ziyaretimle birlikte yeniden ele alınıp derlenmesiyle ortaya çıkmıştır.

        Zeyrek Mahallesi’ne ve Zeyrek Camii’ne ilk defa, bundan uzun yıllar evvel yakın bir arkadaşımla bir internet sitesinde okuduğumuz, burada gerçekleştiğine inanılan paranormal olaylar haberi üzerine gelmiştim.  Okuduklarımıza ve duyduklarımıza göre, altında ahırların olduğu söylenen park bölgesinden geceleri sesler geliyor ve aniden soğuk rüzgarlar çıkıyormuş. Biz tabii böyle bir olaya şahit olmadık ancak yapının büyüklüğü, halı altında görülen mozaikleri, sütun başlıklarındaki detayları ile büyülenmiştik. Sonraki yıllarda Molla Zeyrek Camii, bu muhitten her geçtiğimde mutlaka uğradığım bir yer oldu ve her seferinde çok farklı detaylar ile karşılaştım.

        Molla Zeyrek Camii’nin mermer minberi ziyaretçilerin hemen dikkatini çeker. Devşirme taşlardan yapılmış bu minberin, renkli mermerlerinin yanısıra, minberin üst kısmında yer alan işlemeli kısım, bugün Saraçhane tarafında kalıntılarını gördüğümüz Bizans döneminin ünlü kilisesi Aziz Polieuktos’tan getirilmiştir. Yine minberin iç kısmına girdiğimizde, üst kısımda köşede, cemaatin göremeyeceği tarafta, çok iyi korunmuş monogramları görebilmekteyiz. Bu monogramlarda, Κύριε βοήθει, yani 'Tanrım Yardım Et' yazdığı önemli kaynaklarda belirtilmiştir.

Zeyrek Camii Monogramlar.webp

Molla Zeyrek Camii Minber Detayları - 2mi3.com

        Molla Zeyrek Camii’nin iç duvarlarında yer alan bir başka detay ise bizi yapının Latin işgali dönemine götürür. İlk seferde bulması biraz zor, ancak bir kere buldunuz mu bir daha unutmayacağınız bir duvar yazısıdır bu.

18067599455092491.webp

Latin İşgali Dönemi Duvar Yazısı - 2mi3.com

        "İstanbul'un Latin Çağı" adlı kitapta aktarıldığına göre, söz konusu yazıtın bir bölümü Doç. Dr. Haluk Çetinkaya tarafından "Nicolaus Otavianus" şeklinde okunmuştur. Çetinkaya, yazıdaki ismin ilk harfinin baş aşağı yazılmasını ise, yazıyı yazan kişinin okuma yazmaya yeterince hâkim olmamasıyla açıklamaktadır. Bir başka kaynakta ise bu yazının Dr. H. Sercan Sağlam​ tarafından şu şekilde okunduğu belirtilmektedir: Nicolaus {de} Otavianus. 1418 die 6 Ap(r)illis. Pono meum sign[um] ollem. Yani Nicolaus de Otavianus. 6 Nisan 1418. Bu tarihte izimi bırakıyorum.

        Molla Zeyrek Camii'nin iç kısmı, doğal olarak halılar ile kaplıdır. Bu halıların altında, orjinal zemin muhafaza edilmiştir. Ancak bunun sadece küçük bir kısmı ziyaretçiler tarafından görülebilmektedir. Yine bazı pencere içlerinde mozaikler ve yukarı baktığınızda ise tavan kenarlarını süsleyen, yapının Pantokrator Manastırı döneminden kalmış, kartal, tavuskuşu içerikli bantları; propilon olarak adlandırılan büyük giriş kapısından çıkarken, kenar sütun başlıklarında haç motifleri görülebilmektedir. 

Haç motifleri, mozaikler ve kuş süslemeleri - 2mi3.com

        Molla Zeyrek Camii / Pantrokrator Manastırı'ndan bu kadar bahsetmişken, hemen yakınındaki büyük sarnıçtan da bahsedeyim.  Atatürk Bulvarı üzerinde uzun yıllardır bakımsız ve tekinsiz duran ünlü Zeyrek / Pantrokrator Sarnıcı, 2025 yılının ilk aylarında, etkinlik mekanı olmak üzere temizlenmiş ve restore edilmiş, ücretli bir şekilde ziyarete açılmıştı. Bunun haberini alır almaz tabii ki ziyaret ettim. İstanbul'un en büyük sarnıçlarından biri olan Pantrokrator Sarnıcı'nın, manastır ile birlikte yine II. Ioannes Komnenos tarafından inşaa ettirildiği düşünülmektedir. Üç cephesinin toprak üstünde olmasıyla diğer örneklerinden ayrılan sarnıcın, iç duvarlarının üstlerinde tonozlu dehlizler uzanmaktadır. Şu an yıkık ve ulaşılamayan kısımları göz önüne alındığında, sarnıcın döneminde çok daha büyük olduğu açıktır.

18040075937433475.webp
17903285454035810.webp
18049590023010502.webp

Zeyrek / Pantokrator Sarnıcı Detayları - 2mi3.com

        Molla Zeyrek Camii / Pantokrator Manastırı ve çevresi, her seferinde ziyaretçilerini sürprizleriyle şaşırtır. Buraya bir kez gelip, 'gördüm işte' diyerek gitmek, semte ve mekana karşı büyük bir haksızlık olacaktır. Zeyrek'e her yolunuz düştüğünde, zamanınız da varsa camii ve sarnıcı ziyaret etmek sizi kesinlikle mutlu edecektir. 

Şeyh Süleyman Mescidi / Pantokrator Kütüphanesi(?), Bir Pagan Mezarı

        Molla Zeyrek Camii / Pantokrator Manastırı'ndan çıktıktan sonra, İbadethane Sokak bitirilip At Pazarı Sokak'tan Zeyrek Caddesi'ne saptığınızda sizi minaresi olmayan, sekizgen ilginç bir yapı karşılar. Bu yapı bugün Şeyh Süleyman Mescidi olarak bilinir. Fakat araştırmalar göstermektedir ki, burası aslında İstanbul'un çok daha eski yapılarından biridir.

       1453 yılında mescide çevrilmiş yapının daha evvel Pantrokrator Manastırı kompleksinin bir yapısı olduğu kabul edilmektedir ancak ne amaçla kullanıldığı belirsizdir. Uzmanların bir kısmı kompleksin kütüphanesi olabileceğini söylemektedir. Ancak yapının altında yer alan mezar odaları, buranın çok daha eski olduğunu ve devşirilerek manastıra dahil edildiğini göstermektedir. 

Seyh Süleyman Mescidi - 2mi3.com

        Araştırmalar göstermektedir ki, bugün Şeyh Süleyman Mescidi olarak bilinen yapı aslında 1700 yıllık, belki de bir devlet yöneticisine ait bir pagan mezarıdır. Yapının alt katında sekiz nişli bir mezar mahzeni ve bir kuyu(?) bulunmaktadır. Bu mezar mahzeninin, paganizmden hristiyanlığa geçiş döneminde inşaa edildiği düşünülmektedir. Bu ziyaretimde herhangi bir iznim olmadığı için bu kısma inemedim. Ancak günün birinde ilgili izni alıp, 'İstanbul Bizans Açık Hava Müzesi' günlüğümü mutlaka güncelleyeceğim.

Seyh Süleyman Mescidi - 2mi3.com

       Belirtmem gerekir ki, Şeyh Süleyman Mescidi'nin haziresi de ziyarete son derece değerdir. Bu hazirede yer alan isimsiz mezarın Şeyh Süleyman'a ait olduğu düşünülmektedir. Yine bu hazire içerisinde bir yeniçeri mezarı yer almaktadır. Öğrendiğim üzere bu mezar, 1792 yılında vefat eden, 56.bölükten Ali Molla'ya aittir. Mezar taşı üzerinde yer alan gemi figürü burada görülebilecek en güzel detaylardan biridir. Mescidi çevreleyen duvarlarda devşirme taşlar da görmek mümkündür.

        Bana kalırsa Şeyh Süleyman Mescidi'nin güzelliği onu oluşturan tüm katmanlardır. Bir pagan yönetici ile bir yeniçerinin mezarını, Bizans İstanbul'unun önemli kompleksinin bir parçası ile bir Osmanlı mescidini bir araya getiren bu daracık alan, tıpkı yaşadığımız şehir gibi her detayı bir arada barındırmaktadır. 

        03 Haziran 2025 Salı akşamı evime döndüğümde, telefonum 25.494 adım attığımı gösteriyordu. Yaklaşık 15km yol yürümüştüm. Sadece Eski İmaret Camii / Pantepoptes Manastırı'nı detaylı görememek biraz canımı sıkmıştı. Ama olsun, ömür el verdikçe bu bölgeye daha çok geleceğim. 

Üçüncü Tur: Hobyar'dan Kalenderhane'ye – Fatih, 04.06.2025

        İkinci turumun hemen ertesi günü, attığım 25.494 adımın ağrısı bacaklarımdan henüz geçmemişti ki, 4 Haziran 2025 Çarşamba günü mesai bitiminde, Eminönü taraflarına yakın olduğumu fark edip “neden olmasın” diyerek yürümeye başladım. Ani gelişmişti; kafamda bir rota yoktu. “Yakınımda neresi var, nereye gidebilirim?” derken, Acımusluk Sokağı Sarnıcı’nı görmenin güzel olacağını düşündüm. Sonrasını ise yıllardır bu yolları yürüyen ayaklarımın ezberine bıraktım. Eminönü’nde başlayan yürüyüş, Sultanahmet’e, Küçükayasofya ve Vezneciler’e kadar uzandı.

  • Acımusluk Sokağı Sarnıcı / Botaneiates Sarayı Mahzeni

  • 3 Dönem Katmanlı Yapı / Balıkesir Han

  • Sultanahmet Meydanı / Konstantinopol Hipodromu

  • Küçük Ayasofya Camii / Agios Sergios & Bacchus Kilisesi

  • Kalenderhane Camii / Theotokos Kyriotissa Kilisesi

Ekran Resmi 2025-10-12 14.54.21.png

Üçüncü Tur Haritası, Hobyar'dan Kalenderhane'ye - 04.06.2025

Acımusluk Sokağı Sarnıcı / Botaneiates Sarayı Mahzeni

        Hobyar’da, Aşir Efendi üzerinden Ankara Caddesi’ne doğru yürürken sağ tarafta, hemen sokak başında, semtin geçmişine yakışır bir hamal heykeli ile göz göze gelirsiniz.  Heykelin sizi davet ettiği bu sokağı dümdüz yürür, merdivenleri çıkar ve Cemal Nadir Sokak’tan da ilerlerleseniz, yine hemen sağınızda bin yıllık bir yapı ile karşılaşırsınız. Bulunduğu sokağın eski adıyla anılmış, Acımusluk Sokağı Sarnıcı’dır burası.

17904625974196924.webp

Acımusluk Sokağı Sarnıcı / Botaneiates Sarayı Mahzeni - 2mi3.com

        Daha evvel bir belgeselde görüp de ziyaret listeme aldığım bu mekanın içine giremeyeceğimi zaten biliyordum. Ancak değil içine girmek, yakınında bile biraz durmak insanı sağlığı konusunda tedirgin edebiliyor. Görmesi gereken değer, bundan çok çok daha fazlası. Burasının 1078 yılında inşaa edilmiş Botaneiates Sarayı’nın mahzeni olduğu tahmin edilmektedir. Bu mahzenin sonradan sarnıca çevrildiği bazı uzmanlarca da belirtilir. Bir kısım mecraalarda ise bu mekan doğrudan Botaneiates Sarayı olarak geçmektedir.

       Botaneiates ismi, III. Nikiforos Botaneiates’ten, öncesinde tanınmış bir general olan ve bir darbe ile tahta çıkan ve 1078-1081 yılları arasında, sadece üç yıl imparatorluk yapan kişiden gelmektedir. - Nikiforos’un ardından tahta, AIMA (kan) kehanetinin ilk ismi, I.Aleksios Komnenos geçmiştir.

       Gönül isterdi ki, bu sarnıcın etrafında daha fazla zaman geçirebileyim, içine girip detaylarını görüntüleyebileyim. Ancak demin de belirttiğim gibi içinde bulunduğu durum buna müsaade etmediği için yürüyüşüme devam ettim. 

3 Dönem Katmanlı Yapı / Balıkesir Han

        Acımusluk’tan çıktıktan sonra ayaklarım beni sosyal medyada bir anda parlayan, sonraki yıllarda düzenli aralıklarla karşımıza çıkan 3 Dönem Katmalı Yapı’ya getirdi.  Alayköşkü Caddesi üzerinde bulunan ve en rahat şekilde bir otoparkın içinden görülen yapının en üst kısmı Balıkesir Han’dır. Hakkında pek bilgiye ulaşamadığımız bu yapıyı ilk kez görenlerin yaşadığı şaşkınlığı izlemek bile insana keyif vermektedir. Bir sarnıç üzerine inşaa edilen yapının bu cephesinde, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin mimari özellikleri çok net görülmektedir. Bazı kaynaklarda yapının civardaki Şengül Hamamı ile alakalı olabileceği söylenmektedir.

17958480018004051.webp

Üç Dönem Katmanlı Yapı - 2mi3.com

Sultanahmet Meydanı / Konstantinopol Hipodromu

        Alayköşkü Caddesi’nden çıktıktan sonra, Ayasofya’ya girip girmemek konusunda bir tereddüt yaşadım. Üst kısmını gezmek için başka bir zamanı bekliyordum, alt kısmı ise dışarıdan biraz kalabalık gözükmüştü. Ben de Küçük Ayasofya’ya gitme kararı aldım. Haliyle oraya giderken de, İstanbul’un her dönem simgesi olan At Meydanı’ndan, bir dönemin Konstantinopol Hipodromu’ndan geçecektim.

        İlk yapım tarihi 203 yılına -Septimus Severus dönemine- uzanan hipodrom en ihtişamlı halini I.Konstantin döneminde almıştır. İsmi her ne kadar sadece spor müsabakaları, at yarışlarına yönelik bir mekanı andırsa da, aslında burası törenlerin, gösterilerin, vahşi hayvan dövüşlerinin, cezalandırmaların da yapıldığı; büyük müsabakalarda taraftarların iyice coşarak ayaklanmalara kadar vardığı, trajedilerin yaşandığı şehrin önemli bir mekanıydı. 532 yılında Bizans tarihinde çok önemli bir yere sahip olan, şehrin büyük bir kısmında yangın ve yıkımlara sebep olan Nika İsyanı da tam burada başlamıştı.

18068810915024718.webp

Sultanahmet Meydanı / Konstantinopol Hipodromu - 2mi3.com

        Zaman içerisinde hipodroma olan ilgi tükenme noktasına gelmiş, VII.yüzyıldan itibaren müsabakalar azalmış ve 1204 ile başlayan Latin işgali yıllarında  mekan şiddetli bir şekilde yağmalanmıştı. Latin işgali demişken, bakın bu işgale katılan IV.Haçlı Seferi şövalyelerinden Robert De Clari günlüklerinde nasıl anlatmış dönemin hipodromunu:

        ‘’Bu açık alan boyunca, yaklaşık on beş fit yüksekliğinde ve on fit genişliğinde bir duvar uzanıyordu. Bu duvarın üzerinde, erkeklerin ve kadınların; atların, öküzlerin, develerin, ayıların, aslanların ve daha birçok türden hayvanın heykelleri vardı. Hepsi bakırdan yapılmıştı ve öylesine ustalıkla, öylesine doğal biçimde şekillendirilmişlerdi ki, ne Hristiyan ne de putperest ülkelerde hiçbir usta bu heykeller kadar güzelini yapabilecek kadar maharetli değildi. Eskiden bu heykeller büyü sayesinde hareket eder, oynarlardı; ama artık oynamıyorlardı. Franklar bu “İmparator’un Oyunları”nı gördüklerinde hayretler içinde kaldılar.’’

        De Clari’nin anlattıklarının yanısıra, hipodromu süsleyen diğer heykellerin varlığını dönem tarihçilerinin yazdıklarından anlayabiliyoruz. Mesela Nicetas Honiates, III.Aleksios’un eşi Euphrosyne Doukaina Kamatera’nın hipodromda bir Herakles heykelini kırbaçlattığını yazmıştır. Hipodromda bulunan Kalidon yaban domuzu heykelinin burnu bu dönem batıl inançlardan ötürü kesilmiştir. Yine Nicetas’ın anlattığına göre yaklaşık dokuz metre yüksekliğinde olan Athena Promakhos heykeli, halk tarafından Batılı ordulara el sallıyor gibi göründüğü gerekçesiyle parçalanmıştır. Kaynaklarda burada, Yunan Mitolojisi’nden Scylla’nın da bir heykelinin olduğu belirtilmektedir.

       Hipodroma dair kaynaklarda bahsedilen eserlerin büyük bir kısmının, farklı bölgelerden ve dönemlerde buraya getirildiği bilinmektedir. Üzerinde hiyerogliflerin çok net bir şekilde görülebildiği Dikilitaş aslında M.Ö. 1450 yılında Firavun III. Thutmosis anısına yapılmıştır. Ünlü Yılanlı Sütun aslında M.Ö. 478’de, Yunanlar’ın Persleri yenme anısına yapılmış, Delphoi tapınağına bağışlanmış ve yıllar sonra buraya getirilmiştir. Örme Dikilitaş hakkında belirsizlikler mevcut olsa da Konstantin ya da Theodosius döneminde dikildiği düşünülmektedir. Latin işgali yıllarında hipodromdan kaçırılmış ve bugün Venedik’te San Marco Kilisesi’nde sergilenen at heykellerinin ne zaman yapıldığı konusunda da uzmanlar farklı düşünmektedir. Kimi III.yüzyıl derken, kimi uzmanlar M.Ö. IV.yüzyıl olabileceğini söylemektedir.

IMG_4123_edited.jpg

Sultanahmet Meydanı / Konstantinopol Hipodromu Detaylar - 2mi3.com

        XV.yüzyıla ait gravürler, haritalar ve sonrasında çizilen minyatürlerde hipodroma ait farklı eserler de görülebilmektedir. Bugün bu alanda, Theodosius Sütunu, Yılanlı Sütun, Örme Dikilitaş’ın yanısıra, hipodroma ait yapı kalıntıları İbrahim Paşa Sarayı’nın içerisinde, Sultanahmet Camii’nin bahçesinde görülebilir. Alanın güneyinde yer alan Sphendon Duvarı yine hipodroma aittir.  Yine son dönem incelemelerinde, hipodrom taşlarının büyük bir kısmının, İstanbul’da farklı yapılarda devşirme malzeme olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde ve Avrupa’nın birçok müzesinde hipodroma dair eserler mevcuttur.

        Konstantinopol Hipodromu başlı başına bir araştırma konusudur. Çocukluğumdan beri buradan geçerken yaşadığım heyecan hiç değişmemiştir. Arşivime baktığımda şunu farkettim ki, buradan her geçtiğimde yanımda fotoğraf çekebilen herhangi bir cihaz var ise mutlaka birkaç kare poz almışımdır. 

 

        Ağır adımlarla, her anıtı inceleye inceleye buradan geçtim. Sultanahmet Camii bahçesinde, yapılan çalışmalardan etkilenmesin diye koruma altına alınmış hipodrom tribününü yerinde mi diye bir kez daha kontrol edip, Sphendon’u sağıma alarak aşağı doğru yürüdüm. Nakkaş Halı altında bir sarnıç olduğunu biliyordum ama buraya sonra gelme kararı aldım.  Hava kararmadan Küçük Ayasofya’yı da görmeliydim.

Küçük Ayasofya Camii / Agios Sergios & Bacchus Kilisesi

        Ülkemizde “Ayasofya” adını taşıyan dokuz dini yapı bulunmakla birlikte, bunlardan ikisi İstanbul’da yer alır ve biri bulunduğu mahalleye adını verir. Mahalleye adını veren bu Ayasofya, diğerlerinden farklı olarak “Küçük” sıfatıyla anılır. Bizlerin Küçük Ayasofya olarak bildiği bu önemli yapı, XVI. yüzyılda II. Bayezid döneminde camiye dönüştürülene kadar yaklaşık bin yıl boyunca Aziz Sergius ve Aziz Bacchus Kilisesi olarak hizmet vermiştir.

 

        Her ne kadar kiliseyi Hüseyin Ağa camiye çevirmiş olsa da, halk, birkaç yüz metre yukarısında yer alan büyük Ayasofya’ya mimari benzerliğinden dolayı bu yapıya “Küçük Ayasofya” adını vermiştir. Güzel bir tesadüftür ki, her iki yapı da İmparator Justinianus tarafından yaptırılmıştır.

Küçük Ayasofya Camii / Aziz Sergios & Bacchus Kilisesi - 2mi3.com

        527–536 yılları arasında inşa edilen Aziz Sergius ve Aziz Bacchus Kilisesi, Justinianus’un imparator olmadan önce ikamet ettiği Hormisdas Sarayı kompleksinin içinde yer almaktaydı. Aynı kompleks, 518 yılında yapıldığı düşünülen Aziz Peter ve Aziz Paul Kilisesi’ni de barındırıyordu. Bu iki yapı birbirine öylesine yakın konumdaydı ki, aynı avluyu ve girişi paylaşıyorlardı. Papa tarafından Justinianus’a hediye edilen Aziz Peter ve Aziz Paul’a ait kutsal emanetleri korumak amacıyla inşa edilen bu kilise, o döneme kadar İstanbul’da bu iki azize adanmış ilk yapı olma özelliğini de taşıyordu. Ancak bu iki kiliseden günümüze yalnızca Küçük Ayasofya, yani Aziz Sergius ve Aziz Bacchus Kilisesi ulaşabilmiştir. Aziz Peter ve Aziz Paul Kilisesi hakkında ise  Procopius’un söyledikleri…

        Prokopios, Yapılar, Kitap I, Bölüm 4’ten…

 

…İsa’nın Havarilerine olan inancını şu şekilde gösterdi: Öncelikle, daha önce Byzantion’da (Konstantinopolis’te) bulunmayan Aziz Petrus ve Aziz Pavlus’a adanmış bir kilise inşa etti. Bu kiliseyi, eskiden “Hormisdas Sarayı” olarak adlandırılan imparatorluk ikametgâhının yanına yaptırdı…

 
…Bu iki kilise birbirine bakmaz; bir açı oluşturacak şekilde konumlanmışlardır. Ancak aynı zamanda birbirlerine bitişiktirler ve birbirleriyle yarışır gibidirler. Aynı girişleri (eisodoi) paylaşırlar ve çevrelerini saran açık alanlara (kraspeda) kadar her bakımdan birbirlerine benzerler. Ne güzellikte, ne büyüklükte, ne de başka herhangi bir yönden biri diğerinden üstün ya da aşağı sayılabilir…

       Justinianus’un neden Aziz Sergius ve Aziz Bacchus adına bir kilise yaptırdığı, bu alanda çalışan uzmanlarca farklı şekillerde yorumlanmıştır. Kimi bunun askerî, kimi ise dinî bir politika olduğunu söyler. Ancak bana sorarsanız, en güzel açıklama dilden dile aktarılan bir efsanede gizlidir. Gelin, size onu anlatayım:

        Jüstinyen Hanedanı’nın kurucusu, I.Justinus döneminde imparatorun kendisine karşı bir ayaklanma çıkmıştı. Justinus’un kulağına gelen bilgiye göre, çok sevdiği yeğeni Justinianus, bu ayaklanmaya karışmıştı. Justinianus cezalandırılmalıydı ve aklanmasının da pek imkanı yoktu. Fakat bir mucize gerçekleşmişti. Bir gece Aziz Sergios ve Aziz Bacchus, Justinos’un rüyasına girmiş ve ona Justinianus’un masum olduğunu açıklamışlardı. Bunun üzerine Justinianus serbest kalmış ve bu iki azizin adına bu kiliseyi yaptırmıştı.

18054455021361649.webp
18014945125818814.webp

Küçük Ayasofya Camii / Aziz Sergios & Bacchus Kilisesi Detaylar - 2mi3.com

       Küçük Ayasofya Camii’nin içerisine girdiğinizde, başlıklarına monogramlar işlenmiş göz alıcı sütunları görürsünüz. Gözlerinizi bu sütun başlıklarında gezdirirken, yapının bana göre en çarpıcı noktasıyla, sütun başlıklarının üstünde yapıyı gezen bir yazı dizisiyle karşılaşırsınız. Bu yazı aslında yapının tüm hikayesini anlatmaktadır:

        Ἄλλοι μὲν βα]σιλῆες ἐτιμήσαντο θανόντας ἀνέρας, ὧν ἀνόνητος ἔην πόνος· ἡμέτερος δὲ εὐσεβίην σκηπτοῦχος Ἰουστινιανὸς ἀέξων Σέργιον αἰγλήεντι δόμῳ θεράποντα γεραῖρει Χριστοῦ παγγενέταο· τὸν οὐ πυρὸς ἀτμὸς ἀνάπτων, οὐ ξίφος, οὐχ ἑτέρη βασάνων ἐτάραξεν ἀνάγκη, ἀλλὰ θεοῦ τέτληκεν ὑπὲρ Χριστοῖο δαμῆναι αἵματι κερδαίνων δόμον οὐρανόν. ἀλλ᾽ ἐνὶ πᾶσιν κοιρανίην βασιλῆος ἀκοιμήτοιο φυλάξοι καὶ κράτος αὐξήσειε θεοστεφέος Θεοδώρης, ἧς νόος εὐσεβίῃ φαιδρύνεται, ἧς πόνος ἀεὶ ἀκτεάνων θρεπτῆρες ἀφειδέες εἰσὶν ἀγῶνες.

 

        “Başka hükümdarlar, emekleri boşa çıkmış ölüleri onurlandırmışlardır; ancak asa sahibi Justinianus, dindarlığı yücelterek, her şeyin Yaratıcısı olan Mesih’in kulu Sergios’u görkemli bir mekânla onurlandırır. Onu ne ateşin yakıcı nefesi, ne kılıç, ne de başka hiçbir işkencenin zorlayıcı gücü sarsmıştır; o, Tanrı Mesih uğruna öldürülmeyi göze almış ve kanı sayesinde göğü ebedi yurdu olarak kazanmıştır. O, her şeyde uykusuz hükümdarın egemenliğini korusun ve Tanrı tarafından taçlandırılmış Theodora’nın gücünü arttırsın; onun zihni dindarlıkla bezenmiştir ve bitmek bilmeyen emeği, yoksulları doyurmaya yönelik esirgemeyen bir çabadır.”

       Yapı içerisindeki sütun başlıklarında Justinianus, Theodora, Basileos monogramları ve ayrıca haç monogramları görülmektedir. Yine yer yer, yazının alt kısmında kalan alanda enginar benzeri motifler yer almaktadır.

18244604473169683.webp
18317603476110654.webp
18059959822474583.webp

Küçük Ayasofya Camii / Aziz Sergios & Bacchus Kilisesi Monogramlar - 2mi3.com

       Her iki sütun arasında, yukarıda yer alan ikili motifler dikkat çekmektedir. Bazı sütunlar üzerinde, eskiden yer alan haçların boşlukları hala görülmektedir. Benim içeride en çok ilgimi çeken detaylardan biri de, birçok sütunun altında yer alan dönemin taş ustalarının işaretleridir.

IMG_20251120_114825_edited.jpg
IMG_20251105_175639_1.jpg

Küçük Ayasofya Camii / Aziz Sergios & Bacchus Kilisesi Taş Ustası Simgeleri - 2mi3.com

       Yaptığım okumalarda, bu yapı içerisinde haç formunda bir mezarın bulunduğu bilgisine ulaştım. Üst kata çıkamasam da, aşağıdan bakıldığında orada da pek çok detayın yer aldığı açıkça görülebiliyor. Yapıldığı dönem, mimari özellikleri ve sakladığı ayrıntılarla İstanbul’un en kıymetli Bizans miraslarından biri olan bu 1500 yıllık yapı, bugün camii olarak işlev görse de meraklıları için adeta ücretsiz bir tarih müzesi niteliğindedir. ‘İstanbul Bizans Açık Hava Müzesi’ kapsamında Küçük Ayasofya hakkında paylaşabileceklerim elbette burada bitmeyecek; zaman içinde gerçekleştireceğim sık ziyaretlerle bu yapı hakkında bir güncelleme yazısı mutlaka bu günlükte yer alacaktır.

       Yapı ile ilgili araştırmalarımı sürdürürken, Justinianus hakkında da pek çok detayla karşılaştım. Bunlardan biri, yine bir aziz ikilisiyle ilgili anlatılan ilginç bir efsaneydi. Görünen o ki, yalnızca Sergios ve Bacchus değil; Justinianus’un hayatına dokunduğu söylenen başka azizler de vardı. Madem açılışı bir efsaneyle yaptım, günlüğümün bu kısmını da bir efsaneyle kapatayım:

        541 yılında başlayan veba salgını, 542’de İstanbul’a ulaşmıştı. Prokopios’un anlattıklarına göre şehir adeta kırılmış; on binlerce insan ölmüş, mezarlıklar dolmuş, hatta bazı cesetler hendeklere ve denize atılmıştı. İmparatorluk hem ekonomik hem de askerî bakımdan ağır darbe almıştı. Salgın o kadar yayılmıştı ki, kroniklerin aktardığına göre İmparator Justinianus da hastalığa yakalanmış ve ölüm döşeğine düşmüştü. Onun artık yaşayamayacağı düşünülmeye başlanmış; hatta ardıllık dedikoduları bile kulaktan kulağa dolaşmaya başlamıştı.

        Ama anlatıya göre bir mucize gerçekleşmişti (!). O gece imparatorun rüyasına giren hekim-azizler Kosmas ve Damianos, Justinianus’u iyileştirmişlerdi. Söylenti odur ki, imparatorun yerine geçeceği konuşulan bazı isimlerin akıbeti, bu mucizevi iyileşmeden sonra pek de hayırlı olmamış.

 

       Bu efsane zamanla başka bir anlatıyla, yani “Diyakoz Justinian” efsanesiyle karıştırılmıştır; çünkü Kosmas-Damianos ikonografisinde merkezde çoğu zaman bir “Justinian” figürü bulunur. Oysa biri diyakoz Justinian, diğeri imparator Justinianus’tur. Diyakoz Justinian’ın hikâyesi 1430’lu yıllarda resmedilmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır.

saints.webp

Aziz Sergios & Bacchus'un Justinianus'u İyileştirmesi,  Angelico 1438-40

Kalenderhane Camii / Theotokos Kyriotissa Kilisesi

       Küçük Ayasofya Camii’den çıktıktan sonra tekrar Sultanahmet Meydanı’na yürüdüm. Artık dönüş vakti gelmişti ve Vezneciler’e doğru ilerledim. Yol boyunca birçok önemli Bizans mirasının önünden geçtim ancak bu eserlere başka bir yürüyüşte zaman ayıracaktım. Ayasofya, Milyon Taşı, Binbirdirek Sarnıcı, Şerefiye Sarnıcı, Yerebatan, Çemberlitaş, Theodosius Forumu… daha niceleri bu yürüyüş yolumun üzerindeydi. Bir sonraki gezimde nereye gidebilirim diye düşüne düşüne Vezneciler’e ulaştım. Bir çok önemli yapının önünden ‘daha sonra gelirim’ diyerek geçmiştim ancak Kalenderhane’yi görünce kendimi tutamadım. Burası zaten herhangi bir çalışma kapsamında değil, her önünden geçtiğimde mutlaka uğradığım bir yapıydı.

        Kalenderhane Camii, eski adıyla Theotokos Kyriotissa Kilisesi, yüzyıllar içerisinde katman katman üzerine eklenerek ve çıkarılarak günümüze ulaşmış İstanbul Bizans mirasının en önemli noktalarından biridir. Valens Kemeri’nin hemen kenarına kurulmuş, zaman içerisinde cadde seviyesinin çok altında kalmış yapının bu katmanlı hali, sadece çevresinde bir yürüyüşle gözlemlenebilir. Yapı sadece tuğlalarla değil, yaşadığı el değişiklikleriyle kültürel bakımdan da çok katmanlıdır. Bulunduğu noktada V. yüzyılda bir Roma hamamı olarak başlayan varlığı; büyük bir Ortodoks manastırına, ardından bir Latin Katolik kilisesine, sonra yeniden bir Ortodoks kilisesine, daha sonra Kalenderî dervişlerinin mâbedine ve günümüzde bir camiye dönüşerek devam etmiştir.

18072605062780412.webp

Kalenderhane Camii / Theotokos Kyriotissa Kilisesi - 2mi3.com

       Yapının dönem içerisindeki adı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Theotokos Kyriotissa adını kullanmış olsam da bu, Albrecht Berger’in benimsediği görüştür. Alexander Van Millingen yapıyı Theotokos Diakonissa, Alfons M. Schneider ve Raymond Janin ise Akataleptos olarak tanımlar. Yapının Theotokos Kyriotissa adıyla anılmasında, ikonoklazm döneminden önceye tarihlenen son derece nadir bir Meryem Ana ikonunun burada bulunmuş olması belirleyici bir etken olmuştur. Bu ikona bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmekte ancak şimdilik görülememektedir.

DSC_0248_JPG_edited.jpg

Theotokos Kyriotissa İkona - TheByzantineLegacy.com

       Kalenderhane Camii’nin içine girmeden evvel, yapının sağ ve sol kısımlarında bulunan alanları görmek istedim. Yapıyı karşınıza aldığınızda sol tarafta kalan kısma girilebilmektedir. Burada geçmişten günümüze ulaşamayan kısımların kalıntıları görülebilmektedir. Arkaya doğru gittikçe sizi bir kapı karşılar. Bu kapının ardı boştur ve içerisi depo gibi kullanılmaktadır. Yapının sağ tarafında kalan kısma ise izin ile girilmektedir. Korkuluklardan aşağı baktığınızda buradaki kalıntıları rahatlıkla görebilirsiniz. Bugün yapının dışında kalmış ama bir dönem içinde olan duvarı üzerinde belli belirsiz kırmızı, mavi, sarı renkli boyalar görülmektedir. Bu boyalar, bir dönem burada yer alan fresklerden günümüze mirastır. Bu duvarın ilerisinde yer alan kapıdan girdiğinizde ise, çok önemli freskler ile karşılaşırsınız. Bu kısma girmek özel izne tabiidir. Umarım günün birinde iznimi alır ve sizlerle bu detayları paylaşabilirim.

IMG_20251011_125909.jpg
IMG_20251011_125555.jpg
IMG_20251011_125603.jpg

Kalenderhane Camii / Theotokos Kyriotissa Kilisesi - 2mi3.com

       Kalenderhane Camii’nin içerisine girdiğinizde, hemen kapının üst kısmında fresk kalıntıları ile karşılaşırsınız. Burada yer alan fresk çok zarar gördüğünden dolayı kime ait olduğu tartışmalıdır. Bazı uzmanlar, ortada Meryem Ana’nın yer aldığını söylerken bazı uzmanlar da ortada Hz.İsa’nın yer aldığını ve bunun ünlü Deisis sahnesi olduğunu belirtir. Şahsen ben de her baktığımda Deisis’i görür gibi hissediyorum. Kapının sağ ve sol kısımlarında iki adet kitabe bulunur. Bu kitabelerde yapının Osmanlı döneminde geçirdiği tamiratlar anlatılmıştır.

Kalenderhane Camii / Theotokos Kyriotissa Kilisesi Detaylar - 2mi3.com

       Yapının kilise dönemlerinden sütun başlıkları, mermer levhalar, yüzleri her ne kadar günümüze ulaşmamış olsa da büst kabartmalar görülmektedir. Giriş kapısının iç kısmında, yukarıda sağ ve solda iki kapı motifi göze çarpmaktadır. Bu kapalı kapı motiflerinin anlamına dair söylenceler mevcuttur. Cennetin kapısı da denmektedir, Bakire Meryem’i simgelediği de. Hezekiel’in çift kapı sembolizmine işaret ettiği de düşünülmektedir.

Kalenderhane Camii / Theotokos Kyriotissa Kilisesi Detaylar - 2mi3.com

       1453 yılı ile birlikte, İstanbul’un fethinin hemen ardından Fatih Sultan Mehmet, fetih esnasında gösterdikleri cesaret ve başarılar üzerine, bu yapıyı Kalenderi dervişlerine vermiş ve zaman içerisinde bu yapı Kalenderhane adını almıştır. Bu sebeple mi yoksa bu dervişleri göz önünde bulundurmak, yerlerini belli kılmak için mi verdiği ise tartışma konusudur. Çünkü kalenderi dervişleri, dünyayı ve dünyevî değerleri umursamayan, içinde yaşadıkları toplumun, toplumsal düzenin inanç ve geleneklerine karşı çıkan, bunu kılık kıyafet, tutum ve davranışlarıyla gündelik hayatlarına da yansıtan sûfî dervişlerdir.

Kalenderi Dervişleri

       Derler ki, dünyayı zaten bir dam olarak gören Kalenderi dervişleri bu tek noktada toplanmayı pek kabul etmemiş yine bildiklerini okumuşlardır. Bakın nasıl anlatıyor Baba Tahir, kalenderi dervişlerini:

Ben o pîrim ki adım kalender

Ne evim var ne barkım ne manastırım var ne tekkem

Gündüz oldu mu senin civârında döner dururum

Gece olunca da başımı kerpiçlere kor yatar uyurum.

       XV. yüzyılda manastırın keşiş hücreleri bir zâviye işlevi görmüş, harim bölümü ise tevhidhâne ve semâhâne olarak kullanılmıştır. Bu nedenle Kalenderhâne, İstanbul’da fetihten sonra kurulan ilk mevlevîhâne kabul edilmektedir.

        04 Haziran 2025 akşamı, Kalenderhane’den çıkıp Vezneciler metrosuna doğru yürürken telefonumu kontrol ettiğimde 28.878 adım attığımı gördüm. Bir mesai günü sonrası için oldukça iddialı bir sayıydı. Evime doğru gitmeye devam ederken, bugün gördüğüm yerlere mutlaka yeniden geleceğimi düşündüm. En azından gerçek bir harita oluşturmak için, bazı noktalar adına şu izni alıp gelmeliydim. 

Devam edecek...

08.05.2025 - 

Yazan: Dimitri Daravanoglu

Kaynakça:

1-) https://www.thebyzantinelegacy.com/

2-) https://kulturenvanteri.com/

3-) https://islamansiklopedisi.org.tr

4-) https://isamveri.org/pdfdrg/D00126/1982_347/1982_347_BUKTEL.pdf

5-) https://www.youtube.com/watch?v=BjFbEmIDgoQ

6-) Erhan Altunay, Selçuk Eracun, İstanbul'un Latin Çağı, Destek Yayınları, Istanbul, 2023

7-) Emre Öktem, İstanbul'un Gizlisi Saklısı, Jonglez Yayınları, İstanbul, 2016

8-) https://www.youtube.com/watch?v=JKfWjgze9eA

9-) https://www.oca.org/saints/lives/2017/05/29/101564-virgin-martyr-theodosia-the-nun-of-constantinople

10-) Mustafa Yoker, Kalimera Fener Şalom Balat, Çatı Kitapları, İstanbul, 2017

11-) https://penelope.uchicago.edu/Thayer/E/Roman/Texts/Procopius/Buildings/home.html

12-) https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S1350630709002738?utm_source

13-) https://istanbulsurlari.ku.edu.tr/tr/

bottom of page